11 Kasım 2012

Şantiye Taksim Yıl 2012

İşe gitmek üzere evden çıktım çıkıyorum yani tam -mak üzereyim!

Rutin cüzdan kontrolü, cepte para var mı kontrolü, şarkı çaların kimi anlamsız yerlerde kaybolan kulaklığı... Her şey tamam. Evden -mak üzere yarım kalan eylemimi gerçekleştiriyorum. Bizim sokak tam tarlabaşı bulavarının başı, hafif bir yokuş sonrası iki dakikaya Taksim meydanda buluyorsun kendini. Yokuş ızdırap oluyor fakat o gün havada ayrı bir pis bir koku var. Burnuma geliyor... Yokuşu bitirdim tam sokağın başına geldim karşımda sunta barikat! Nasıl? Neden? Sokağım kapatılmış onu anladım da bugün 1 Mayıs değil ki?

Dünyanın en estetikten yoksun sunta barikatın altında çük boyut bir delik gözüme çarpıyor. Herkes önce bir ayağını atıyor, diğer ayak öndekini kovalarken eğiliniliyor öyle geçiliyor. Baya takım elbiseli adam abiler, kimi mini etek ablalar, saat satan Jay jay Orhan... Saat satan Jay jay Orhan siyahi bir arkadaş. Bizim mahallede oturuyor, Somali'den gelmiş elinde büyükçe bir karton stand 10 TL'den başlayan 20 TL'ye varan hepsi marka hepsi çakma yarı su geçirir alarmi çalışmaz kronometre tuşları yapışık saatler satıyor. Jay jay Orhan'ı ben seviyorum az biraz Türkçe konuşuyor az biraz ingilizce eşlik ediliniyor muhabbetimize. Adını çok hızlı söylüyor Jay Jay Orhan ancak ben hiç anlayamadığım için ona Jay jay Orhan adını veriyorum. O buna gülüyor sonra kendi adını bir kez daha söylüyor, o söylüyor da ben yine anlamıyorum ayrıca ben bir ad vermişim verilen ad geri alınmaz diyor ve konuşmaya Jay jay Orhan olarak devam etme inadımı sürdürüyorum bizim Jay Jay Orhan'la... Bizimkine takıldık kaldık, konudan saptık hemen u dönüşü bizim konuya;

Ben önce geçmedim çük boyut delikli sunta barikattan. Sonra diğer tarafa baktım orada diğer bir taraf yok? Seve seve çük boyut deliği olan sunta barikattan geçilecek! Geçiliyor da neden kimse itiraz etmiyor az biraz geçmeden önce durup düşünüp bir sorgulamıyor orası garip gibi geliyor bana. Attım bacağı ben de geçtim çük boyut deliğe sahip sunta barikattan. Kafayı bir kaldırdım etrafa kimi vinçler, dozerler gibi zarar ziyan verici aletler serpilmiş. Taksim meydanı meydansız kalmış...

Taksimi yayalaştırma projesi olduğunu tahmin etmekteyim ama neden bu kadar hızlı ve bir anda kimseye bir şey söylemeden dalınıldı bu meseleye orası aklımı mıncıklamakta. Yürümeye devam ettim evimin çok yakını otobüs durağına geçiş yok! Hassiktir n'oluyor lan bugün Taksim'e! Yol kapalı ne güzel de ben n'erden binme eylemini gerçekleştirecem otobüse? Meydana devam ettim meydanda hareket amirliğinin önü kuyruk vaziyet. Bir tane hareket amiri var ortada otobüs yok, hareket yok. Herkes soru sorma telaşında, bana da sıra geldi, önce soruyu aklımda kurguladım gayet basit ben işe gidecem de n'erden gidecem diye soracam.

- Abi kolay gelsin.
-Buyur.
- Şimdi ben şurdan otobüse biniyordum o otobüs beni işime kadar götürüyordu. Gördüğüm kadarıyla bir günde benim otobüs artık yok. Ben n'erden n'apıcam?
-Şimdiiieee o otobüüğüüüss sss ımmmm şindiiii tabi orası kapandııığğğaaandaaan ıııımmm

Cümle kurmakta zorlanan, kelimeler ağzından çıkarken dil 360 derece ağız içi volta hareket amirin de bir bok bilmediği anlaşılıyor, içimden tamam siktir et ben bakarım bir çareye diyorum, dışımdan söyleyemem ayıp olur "tamam abi tamam" şeklinde özgürlüğümü ele alıp ayrıldım huzurundan hareket amirinin, elim yumruk şeklinde baş parmağım işaret ile orta parmak arasında şekil ve hafif sallayarak.. Hareket dediğin böyle olur...

Tek başıma saf salak bakınıyorum yanıma biri geldi bana otobüslerin ne olduğunu soruyo. Tabi elime bakarak geldiyse... Hareket amirinin benim olabileceğimi mi düşündü nedir? Hayır öyle bir tipimde yok...

Yaklaşık birkaç yüz metre yürüyüp işe gidiş güzergahında meydana uzak bir durağa vardım. Koyuldum beni işe götürecek, götürmesini dilediğim ve götürmek zorunda olan otobüsü beklemeye...

İşe gidiş, otobüste yaşananlar ve işten dönüş eve gidemeyiş tüm ayrıntılarıyla bir sonraki yazımda...

31 Ekim 2012

Bazı bazı aklıma geliyor bazı bir şeyler...


Bazı bazı aklıma geliyor bazı bir şeyler...

Ali Ağaoğlu'nun en büyük hayali, Maslak evleri nedeniyle yok olacak bilmem kaç kilometrekarelik orman alanı için Maslak'a doğru yürünse? Televizyonlara çıkılsa, radyolara akın edilse, dergiler-gazeteler çığlık çığlığa bangırdasa, büyük bir eylem yapılsa?

Sonra Ali Ağaoğlu şöyle dese; "eyleme hiç gerek yoktu ama olsun madem oldu, eyleme katılanlara yeni yapılacak Maslak Evlerinden birer anahtar benden! Gönlümden koptu!"

Ellerine tutuşturulan anahtarlarla dürüst cevabı veren, verebilen kişiler ve onlar gibiler yüzünden ülkenin bu halde olduğunu düşünsem... Sonra bana da bir ev hediye etse söyle iki artı bir...
Bir artı bir... Artısını siktir et ben İstanbul'da ev mi alabilirim tek oda olsa yeter! der miyim? derim mi? demiş bile olabilirim mi?

Bunların hepsi varsayım. Varalım sayalım günler Türkiye!

16 Eylül 2012

Yeni Sezona Hazırlık

Merhaba!

Yeni sezon hazırlıklarımız ekip arkadaşlarımızla son sürat devam etmekte sizlere daha iyi bir tasarım yapılmakta ve daha güzel, daha bir siz kokan sitemizi açmak için yoğun çaba harcamaktayız.
Yeni yazılar, kimi insanlar ve hatta yeni videolar açılacak site üzerinden paylaşılacaktır.

Peki bu blog n'olacak?
Bu soruyu sorduğunuzu duyar gibiyim. Dert etmeyin bir paragraf sonra bu sorunun da cevabını vereceğiz..

Her yıl olduğu gibi bu yıl da kimi dekor hazırlıkları yolunda gitmediğinden yayına geç gireceğimizi büyük bir yalan olarak bildirmek istedik. Olayın asıl yüzü tamamen üşengeçlik illetinin damarlarımızda bir virüs gibi bir at gibi yeri geldiğinde bir Zühtü gibi dolaşmasıydı. Yazın yazı yazılmazdı! ve yazılmadı.

Yeni kişisel site açıldığında bu bloga giren kişiler doğruca yeni siteye yönlendirilecek ve bundan dolayı hiçbir ücret ödemeyecekler.

Yeni sitemizde birçok ünlü isminde aralarında bulunduğu 7'şerli halı saha maçlarının özet görüntüleri de yer alacak.

Ekim gibi buluşuruz...





23 Haziran 2012

Savaşa Hayır!

Bir savaş uçağı bir ülke hava sahasında dolanıyor neden oralarda dolanıyor bir arkadaşa mı bakıp gelecekti soruları akla geliyor..

Arkamızda Amerika var biliyoruz...

Hayır bi de kimi şarkıcılar çıkıp döner bıçaklarıynan dalalım abi demeye getiriyor meseleyi.. Nereye dalıyosun lan? Age Of Empires mı oynuyosun bilader?!

Çok özgür, ileri demokrasili bir ülkeyiz diye mi hemen her hafta yeni bir gündem yırtık bir yerlerden fırlıyor?
Ülkedeki sorunları çözdük ülkede birlik bütünlük sağlandı da toparlanıp savaşa gideceğiz!

Amerika hala arkamızda di mi? Ohh.. Devam et... Çok güzel... hımmmm....

"Yurtta barış, cihanda barış" atamsözünü anımsatmakta fayda var.

Yıl olmuş 2012... Savaşlar öyle tüfenk ile tank ile bıçaklarla dalarak gerçekleşmiyor, salıverirler füzeyi saniyeler içinde yokuz... Yoksa bu füze kalkanı projesini insanların kabul etmesi için yapılan bir gündem mi bu? diye de düşünenler olacaktır.. Belki olmayacaktır..  Ya olmazsa?

Amerika?? Hımm nese mesglsn snrm....

Uzun sözün telgrafı Savaşa Hayır! Savaşa hiç gerek yok! Gerekirse sevişirim ama Savaşmam!

Savaş yüksek oktavlı gayet boktan bir şeydir! demiş usta Ferhan Şensoy... Kapanışı usta yapıyor..






22 Haziran 2012

Görüşme günü!


Telefon çaldı! Sabahın köründe kim arıyor? sorusuyla telefona doğru yöneldi zar zor telefonu doğrultup çük boyut ekranına odaklandı gözleri. Kimse aramıyordu, çalan alarmdi. Telefon melodisi ile çalar saat melodisini aynı yapmıştı, böylece her alarm çaldığında biri arıyor sanıyor, arayanın uykudan uyandıracak kadar acil bir durumu olabilir endişesiyle irkiliyor, telefonun çük ekranına odaklandıktan sonra, gözleri alarm yazısını görünce sinir oluyor, sabah sabah bu duruma sinir olunca da uyanmış oluyordu.

Kalktı yatağından, duşa girme kararı aldı çünkü bir görüşmeye gidecekti. Kombiyi açtı, üzerindeki penyeyi çıkarttı, havlusunu aldı, baksırını da çıkarttı ama oda pencerelerinin açık olduğunu fark etmesi çok sürmedi. Önünde sallanan organıyla kısa süre bakıştı. Siktir et yiğidin malı meydandadır sözüne uyarak banyo kapısını açtı ve içeriye doğru adımını attı cesur yürek önünde organı sallanan adam.

Kısa sürede banyodan çıktı, kurulanma programı da kısa sürdü. Üstünü giyinip hemen çıkması gerektiğini bildiğinden hemen üstüne adam akıllı bir şeyler giyip doğruca çıktı evden. Gideceği yer uzun mesafe içerdiğinden de müzik çalarını tam dolu halde hazırlamıştı. 

Metrobüs durağına doğru ilerledi. Önce yol parasının ne kadar tutabileceğini hesapladı. Cebinden o tutarda kimi bozuk paraları gişe abiye uzattı. Gişe abi pek mutsuz  bir tipti. Yüzünde herhangi bir mimik özelliği bulunmayan poker face gişe abi kartı uzattı. Lan ne acayip gişe abiler var şu hayatta diye düşünmeden kartı alıp, turnikelerden geçip metrobüsü  beklemeye koyuldu. Geçen gün dehşetli bir kaza meydana gelen duraktaydı. Acaba mı? Yine mi olur mu? Yoksa? diye de aklından geçirmedi. Çıkardı çantasından müzik çalar aletini, kulaklığının düğümünü aldı eline bir yandan çözmeye çalışıyor diğer yandan da  metrobüsü gözetiyordu. Tam önüne pırpır etekli bir kız geldi. Lan az sonra bir rüzgar eser pırpır etek bir pırlar kızın kıçını da görmeyiz mi? diye bu kez düşündü iki elinle bir kulaklığı çözemeyen adam. Düşündüğü gerçekleşmedi bu duruma üzüldü ama metrobüs geldiği için de hafif bir mutlu oldu. Metrobüse adımını attı koridorda ilerledi lakin boş bir koltuk gözümlenmiyordu. Olsun genciz ayakta da gideriz dedi içinden. Metrobüs hareket etti.

Devamı edecek...

11 Haziran 2012

Yaşasın Tiyatro! Yaşasın Ferhan Şensoy!



07.06.12

Ferhan Şensoy şehir tiyatrolarının "birşeyleştirilmesine" karşı dayanışma olarak Nasri Hoca ve Muhalif Eşeği oyununu ücretsiz oynayacak bu gece.

Dostlarımla beraber Ses 1885'in yolunu tutuyoruz. Aklımda garip düşünceler hakim. Ferhan Şensoy oyunlarını bazen on kişiye bazen elli kişiye oynuyor. Bu oyun ücretsiz olacak. Ses 1885 tıka basa dolu olma ihtimali var diye düşünüyorum sonra bu ihtimali bana düşündüren şeyleri düşünüyorum. İstanbul'da Madonna konseri var. Aynı saatlerde Galatasaray Lisesinde de bahar festivali var. Ayrıca bir çok etkinlik zaten hali hazırda İstiklal caddesinde.. Bu etkinlikler varken kim tiyatro izleyecek ki diye düşünmüştüm o ara...

Yol boyunca henüz iki hafta önce "biletli" olarak izlediğim oyuna ikinci kez giderken bu kez ayrı bir heyecan sarıyor beni. Halep Pasajına yaklaşırken, yani -mak üzereyken twitterdan takipleştiğimiz yeni bir dost, gözümüze çarpılıyor, gidip yanına tanışma olayının gerçek dünya versiyonunu gerçekleştiriyoruz. Hemen pasajın önünde genç bir grup daha dikkat çekiyor içlerinden biri sevdiceğimin kardeşi olan bu grup orada oldukları için tebriği hakediyor...

Durup bir sağıma bir soluma bakıyorum pasaj önü kalabalığı sadece "bizden" oluşuyor. Daha erken oyunun başlamasına daha var canım diyerek kendimi sakinleştiriyorum ve fakat dayanamayıp pasajdan içeri süzülüyorum. Ses 1885'in önüne geldiğimde durum değişiyor gördüklerim karşısında derin bir ohh çekiyorum. Meğer kapı açılmış izleyiciler içeri alınmaya başlamış. Biz de giriyoruz içeriye. Salona giriş yapıp önlerden yerleşiyoruz bizim olduğundan habersiz yerlerimize.

Oyun vakti gelip çatıyor, zil üç kere çalıyor ve ben salon ışıkları kapanmadan arkamı dönüp şöyle bir bakıyorum Ses 1885'e... Salon tıka basa dolmuş! Localar, balkon... Neredeyse boş olan bir koltuk bile gözlemlenmiyor. Mutlu oluyorum, bu durum beni umutlandırıyor bir şeyler için. Ve perde açılıyor...

Aç parantez oyunu burada sizlere anlatmamı beklemeyiniz, gidiniz izleyiniz! kapa parantez.

Oyunun sonunda oyuncular bir bir alkışları karşılamak için sahneye gelmeye başladı. En son büyük usta Ferhan Şensoy sahneye çıktığında tüm salon ayağa kalktı ve alkışların yarattığı o müthiş ses, Ses 1885 başta olmak üzere, sahnenin arka tarafında desibelden nasibini almamış dıp tıs tarzı müzik bağıran mekana, oradan Halep Pasajından süzülerek İstiklal'e kadar yeri göğü inletti. O anı sanırım hayatım boyunca unutamayacağım. Ferhan Şensoy'a baktım, göz yaşlarını tutamadı, usta tutamayınca ben neden tutayım ki diye düşündüm, karşılıklı ağlamaya başladık... O sırada kim bilir neler düşündük..Ülke boka sarmış gidiyorken...

Yaşasın Tiyatro! Yaşasın Ferhan Şensoy!

BerkUçar
gergedanadam.blogspot.com
twitter.com/brkcr

30 Mayıs 2012

Sağım Solum Önüm Arkam YASAK!


Önceleri belli belirsiz yasaklarla donatılmaya başlanmıştı ülkemde. Sonra biraz daha gözle gözlemlenebilir yasaklar gelmeye başladı. Artık tamamen her şey ortada yasaklar geliyor. Gizleyecekleri bir şey kalmamış, amaçlarına yıllar içinde yaptıkları türlü tilkiliklerle ulaşmışlığın verdiği huzurla. Önceden okur araştırır bakardık gizlenen yasakları bulmak, gün yüzüne çıkarmak ve tepki göstermek için ve fakat artık o kadar ortada ve o kadar çok yasak gelmeye başladı ki hangi birine yetişememek şaşkınlığı içerisinde kaldık. Doğrusu bizde mala bağladık.

En son yasak kürtaj...

Kürtaj cinayettir sloganını kullanıyorlar. Bilimsel konuşuyorlarmış bu konuda. (Halkın inandırmak için söylenen yalanlar vol bilmem kaç). Gerçek şudur ki; Belirli döneme kadar döllenme evresi olduğu için o dönem içinde aldırmakla, mastürbasyon sonrası peçeteye silinen spermler ile aynı değere sahiptir ve fakat ilerde bir zamanda dışarı boşalmayı ve mastürbasyonu yasaklarız deniyorsa bu konuda da malesef haklı çıkabilme ihtimalini doğurabilirler.

Milyonlarca kişinin bilinçsiz korumasız seviştiği bir ülkede kürtaj oranının neden fazla olduğunun açıklamasını yine bilimsel konuşarak anlatacak olursak tamamen geri kalmış eğitimsiz bir ülke tablosu çıkıyor.BU geri kalmışlık eğitimsizlik ve bilinçsizlik işlerine geldiklerinden mütevellit bu durum için bir çalışma yapmayıp kürtajı yasaklarsanız az sonra yazacağım tip manzaralar gün yüzüne çıkacaktır.

Olay bir; İki genç sevişiyorlar, kız hamile kalıyor, ailesine söyleyemiyor, erkek arkadaşı öğrenci, işsizlik oranı her geçen yıl artan ülkede tabi kide işsiz, evlilik ufukta gözükmüyor, kürtaj yasak...

Alterlatifdoğan son bir; Kız ailesine söyler ailesi onu öldürür, gidip çocuğu öldürür, oradan hapse..

Allegro son iki; Kız söyleyemem kimseye derdimi şarkısı eşliğinde intihar eder. Ailesi durumu öğrenir çocuğu vurur, oradan hapse...

Alerttatif son üç; Evlilik ile sonuçlanır, mutsuz mesutsuz yaşarlar...

Olay iki; Memur tabanlı bir aile zar ve zor geçinen, zamlarla boğuşup sigarasını ve içkisini dahi alamayan alsa dahi içkisi yasaklanmış şehrinde içemeyen aile bir gece bir sevişme sonrası kadın hamile kalır. Zaten üç çocukları vardır dördünceye iki oda bir salon kirası yuh pahalılığında evlerinde yer yoktur.

Alternatifli son bir; Baba kendini dibe vurup alkolkilometrede bir milyon kaç promil borçlara batmış evine haciz gelmiş çocuklar işsiz güçsüz okul harçları denen haraçları yatıramamış türlü serseriliklerle zarar ziyan vermekteler.

Alfonso Miguel son iki; Baba cinnet geçirip tüm ailede nüfus indirimine gider...

Narin gözlerinizi ve benim az ve nadir çalışan beynimi yormamak için alternatifleri çoğaltmak işlemine başvurmadan kıssadan faizimi veriyorum;
Kürtajı yasaklamayın, yasaklanması beraberinde yer altı kasap jinekologlarını, kadın ölümlerini, mutsuzluk ve huzursuzlukları beraberinde getirecektir. 2012 yılında bir anda konu nasıl ve neden buralara kadar geldiğini hepimiz olmasa da bazılarımız bilmekte. Yapmayın etmeyin, o kadar çok konuşulması gereken sorunlar varken bunu yapmayın.

29 Mayıs 2012

Kara Sinek



Evin belli bir bölgesinde olduğum zaman dilimde evin belli bir diğer bölgesinde bir adet kara sinek göremediğim belirli bir yuvarlak yol haritasında durmadan dönüyor. Normalde bu durumdan gıcık olacak bir yapım yok dışarıda milyonlarca ev varken benim evimi seçen kara sineğe düşman olacak değilim. Kendimi şanslı ve seçilmiş kişi olarak bile görüyorum. Hoş geldin kara sinek deyip bilgisayar başına  geri döndüm.

Windows'un kendi bile anlayamadığı bir hata veriyor bilgisayarım. Hayır benim bu konuda bir minim fikrim bile yok! Gecenin bu vaktinde Bill Gates'liğin lüzmu yok. Çekerim fişini bak tehdidimin ne kadar anlamsız olduğunu bilgisayarla mı konuşuyorum ben? durumumu gözlemverdikten sonra kafamı çevirdim odanın aynı belli olan yerinde bizim kara sinek hala dönüşlerine devam etmekte. Bilgisayarı siktir edip kara sineğe odaklandım. Bir yere konmuyor, bir şey yemiyor içmiyor benle bir yakınlaşma derdi gibi bir durumda ortada yok. Salak salak odanın belli yerinde dönüp duruyor. 

Dakikaları saatler geçe ben bilgisayarımdaki anlamsız hatanın nedenini anlamlandırdıktan sonra kolamı tazelemek üzere buzdolabına giderken aklıma yeniden geliyor kara sinek. Dönüp odanın belli yerine tekrar bakıyorum, bizim salak kara sinek hala aynı şeyleri yapmakta. Bu durum bana gıcıklık vermeye başlıyor bir anda gereksiz bir şekilde huzurum kaçıyor, huzurumun kaçmasına sinirlerim acayip sinirleniyor, aniden deli bir öfkeye kavuşturuyorum bünyeyi. Şu anda evin asayişini bozan kara sinek! evi terket! uyarısında bulunuyorum. Kara sinek beni takmıyor, takılıyor bildiği gibi. Evde herhangi bir haşerat kovucu madde ya da silah bulunmuyor. Silahsız olduğumu anlamasın diye masada ki gazeteyi dürüp bir silah haline getiriyorum. Şimdi sıçtın kara sinek! Bin bir türlü farklı hamleme anında cevap verip, kendini çok iyi savunuyor çevik kara sinek!
Yorulmaya başlıyorum gardımın düşmesine izin vermemem gerek bu kara sinek evi ele geçirmek istiyor olabilir gibi düşünceleri kafamdan silip, slip mayom olmadığı için kendimi birden şanslı hissediyorum. Kara sinek şimdi tuvalete gidiyorum ve döndüğümde evi terket! Bu son uyarı! çağrısında bulunuyorum. 

Tuvaletten çıkar çıkmaz gördüğüm manzara karşısında hayrete düşüyorum. Odanın belli yerinde dolanan çevik kara sinek üç beş arkadaşıyla az önceki savaşımızdan canlı kurtulmasının zafer uçuşlarını yapıyorlar! Gayet ciddi bir krize dönüşüyor bu durum.


Ne zaman isterlerse gelip gidebileceklerini, evime ben yokken kız atabileceklerini, tüm artıklarımı yiyebileceklerini söyleyerek bir uzlaşma talep ediyorum. Onlarda bu maddeleri kabul ettiklerini ama evdeki ampulun değişmesi gerektiğini, daha zengin sofralar kurmam gerektiğini, camın birinin sürekli açık kalması gerektiğini söyleyeceklermiş hissine kapılıyorum bir an ve ani bir manevra ile yerde duran gazete yapımı silahımı kapıyorum, doğrulmamla bir belimden bir çıt sesi evde yankılanıyor. Gidip ışıkları kapatıp yatağıma yatıyorum belim sakat kara sinekler inat. Bu bir savaş demek! Yarın yine karşılaşırız!

17 Mayıs 2012

Hayat Kaçık Bir Uykudur



Yıl 2005 Bursa'ya abimin yanına tatil amaçlı gittiğimde al bak sen bu adamları seversin diye elime bir cd tutuşturmuştu. cdnin üzerinde Redd 50/50 yazıyordu. O zamanlar diskmen olarak adlandıran cd çalar aygıtım vardı. Memleketim Salihli'ye dönüş yolunda dinlemek üzere teslim almıştım. Dönüş yolu altı saatti ve keşfedilecek yeni bir grup vardı.. O zamanlar  yeni bir albüm yeni bir grup çıktığında heyecanlanan insanlar döneminin sonlarıydı. Albümü baştan sona dinlediğimde Türkiye'de yerli bir gruptan bu tarz bir müzik yapanına denk gelmediğimin farkına varmıştım.

"1 Mayıs" ta çıkan yeni albümleri "Hayat Kaçık Bir Uykudur" ile şu cümlemi tekrarlattılar bana;

 "Albümü baştan sona dinlediğimde Türkiye'de yerli bir gruptan bu tarz bir müzik yapanına denk gelmediğimin farkına varmıştım."

Kendi rekorlarını kırdıkları için tebriklerden bir demet gönderiyorum..

 Albüm İncelemesi;
 Albüm kartoneti tasarımı yeşil sahalarda görmek istediğimiz hareketlerden biri olmuş. Bozuk para ile kazımaca sistemiyle ilgili bölümü kazıdığımızda muhteşem bir görsel daha çıkıyor ve albüme giriş yapıyoruz. Albümde 13 şarkı var. 13 sayısı bilindiği gibi uğursuzluk, kötülük, şansızlık gibi şeyleri simgeleyen lanet bir sayıdır. Ama 13'ün bizzat haberi var mıdır bundan bilemiyoruz. Neden 13 şarkı sorusunu sormayı düşünecek bir sürü sunucumuz olacağından bu polemiği bu yazıya dahil etmek istemiyorum. Ayrıca çok şaşırcağımız üzere ilk olarak bir düet şarkı vardır, konuk sanatçı ise Şebnem Ferah'tır. 

Albüme giriş Hayat Kaçık bir Uykudur ile.. 

Şarkıya girişte hemen "aha elektronik" diye bir tepki verecekken bir köpek havlaması duyuyoruz. Sesi kısıp, bir sağa bir sola bakınıyoruz. Evde köpek beslemediğime göre ve evim üçüncü katta olduğuna göre, havlama sesi de çok yakından geldiğine göre, nasıl olur? kafasını yaşarken, kıstığımız sesi açıp şarkıyı da yeniden başlatınca o köpeğin neden havladığını keşfediyoruz. Doğan Duru için ayrı bir aç parantez sesiyle resmen şov yapmış, solistler içinde Messi'liğini ilan etmiş kapa Doğan Duru için ayrı açılan parantez, Redd yine ağlak müzik yapmadan, kolay söz öbekleri kullanmadan, ticari bir kaygısı olmadan, aşktan, politikadan, hayattan, gerçeklerden bahseden "Rock" bir albüm yapmış. Albüm kartonetinde ki gibi  yine bir zeka ürünü "Telved Litak" şarkısıdır. Her şeyi tersten anlayanlara bu şarkının ismine de tersten bakmalarını öneriyoruz. Lansman konserinde bu şarkı sona erdiğinde biz konserdekiler Telved Litak diye hep bir ağızdan eşlik etmemiz beni ciddi anlamda etkilemişti.

İşte 13 Şarkı;

Hayat Kaçık Bir Uykudur
Yavaş yavaş yavaş
Sen Rahat Ol
Ellerini Kaldır
Sevmeden Geçer Zaman
Aşık Oldum Celladıma
Senden Sonra
Beni Sevdi Benden Çok
Yolunda Gitmeyen Adam
Iskaladık Birbirimizi
Ormanda Kaybolmuş Bir Yaprak
Bir Yol Bulursun
Telved Litak 

Bu şarkılar arasında illa bir favorim olsun zorlamam sonucu Iskaladık Birbirimizi adlı şarkıyı yarım adım öne çıkartıyorum. 13'te 13 başarı elde etmiş şarkılar. 

İlk video klip Ömer Faruk Sorak yönetmenliğinde Böcek Yapım tarafından, "Yavaş Yavaş yavaş" şarkısına çekildi ve an itibariyle de internet ortamından servise sunuldu. Sayfanın sonunda ki adrese tıkladığınızda izleyebilirsiniz.

Ayrıca buradan Redd grubuna açık mektup;
Sizin uygun gördüğünüz tarih ve saatte röportaj yapmak istemekte gergedanadam.
Ve söz veriyor ki, Neden Redd? Nerelisiniz? Kardeşlerden oluşan bir grupsunuz nasıl bir araya geldiğiniz? Albümde yabancı bir şarkı var Telved Litak ne demek? gibi sorulardan sormayacak. Ama tabi internet üzerinden işte bu blog sayfası ve youtube kanalı üzerinden yayınlanacağı için popüler olamayacak ve Serdar Ortaç kitlelerine ulaşamayacak bir röportaj olacaktır..

Yavaş Yavaş Yavaş;




  

16 Nisan 2012

DEVRİMDEN SONRA



Redd grubu "21" adlı albümünün çıkışı olarak "Hadi değiştirelim her şeyi, devrim olsun bunun ismi" sloganını kullanmıştı.

Devrimden Sonra filminin çıkış noktası da buydu. Sosyalist devlet yapısı kurulsa neler yaşanabilir varsayımından yola çıkılarak yapılmıştı. Bir çok dizi oyuncuları kadar olmasa da az biraz ünlü(!) tiyatro kökenli oyuncuların güzel oyunculuklarıyla da süslenmişti.

Film, olası bir devrimde; özel mülküyet kavramı, işçi-işveren çatışması, eğitim hakkı, sağlık hakkı, askeriye kavramı gibi pek çok temel ülke sorunlarını, çok basit bir dilde sorgulamış ve cevaplarını da vermişti. Sekiz adet öyküyü çekip kolaj yapmışlardı.

Peki medyamıza ne kadar konuk oldu bu film? Program ve program gezildi mi? Popüler televizyon kanallarında program yapan ve kensine sinema eleştirmeni denen uzamanlar, ne kadar üstünde durdu bu filmin? Kaç yazı yazıldı film hakkında dergilerde, gazetelerde, bloglarda, sözlüklerde? Kaç kopya ile kaç farklı şehirde, kaç farklı ülkede izleyiciyle buluştu? Bunların cevabını gayet bildiğiniz için ben istatistiksel bilgi verme gereği duymuyorum.

Kabul edebiliriz ki izlemesi kolay olmayan filmlerdendir bu film. Bir noktaya kadar gelip yok artık bu kadar da olamaz deyip sıkılıp kapatılasıdır. Kapatanlar tarafından da güzel bir rüyadan bahsediyordu şeklinde geri dönüş alınabilir. Hatta bu düşüncemin tam da burasına üstat Ferhan Şensoy'un "ütopyalar güzeldir" sözü misafir olur.

Bir fikre böyle bir şey olamaz ki demek abesle iştigaldir. Çünkü zaten ortaya atılan bir fikirdir. Tabiki de bir çok sorgulanılacak tarafı vardı filmin. Örneğin devrim halk tarafından gerçekleştirilmiyor mu? Neden halk devrimden ve olacaklardan bi haber? Ama dediğim gibi bu şekilde bu fikrin sunulmuş olması bile mutluluk verici.

Devrimden Sonra'yı uzun metraj sinema filmi olarak bir sanat kaygısı içinde değerlendirmek biraz zor ve bana kalırsa buna gerek de yoktur. Daha objektif olursak film olabilabilecek kalite değildi de diyebiliriz. Her kısa öykü, ayrı ayrı ödül alabilirdi kısa film formatında olsaydı. Hatta yaşlı bir kadının faturalar dünyasını çok güzel anlatmışlar. Ama tabi sinema izleyicisi, bir bütünlük arıyor, başlangıçta verilen bir şeyin film sonunda nereye - ne şekilde bağlandığını görmek istiyor, aksiyon istiyor, gülmek ya da ağlamak, korkmak istiyor... Onun için de bu film gişe filmi değildir. Hafta sonu kız arkadaşıyla hadi sinemaya gidelim diye yola çıkan ikili bu filme girmek istemez. Ya da bir arkadaş grubu hep birlikte sinemaya gidip, gişe önünde afişlere bakarken bu filmi seçmez. Dolayısı ile bu film sinema salonlarında iş yapmaz. Bu konuda şunu da söylemekte fayda var ki, sinema filmi yapacaksanız lütfen işi bilenlerle ve iyice araştırarak yapın. Dünya da bu tip filmler vardır aralarında efsane olmuş arşivlerde saklananları da mevcuttur. Onlar hem bu politik anlayışta yapılmış hem de nasıl bu kadar çok insana ulaşmış, incelemek ondan sonra hareket geçmek gerekir.
Sonra neden dikkate almıyorlar diye yakınmamak gerekir.Her şeye rağmen tüm emeği geçenlere teşekkürler. Film malum ortamlara düşmüş, DVD'si çıkmış falan.. İzlenmesi gerek.

ŞUNLARA DA DEĞİNMEDEN YAZIMI BİTİRMEM KÖŞESİ;

Filmde beş saniye gibi bir süre içerisinde Redd'in, Bulutsuzluk Özlemi şarkısını yorumlarken duymuş olmak, gayet mutlu olmama sebebiyet vermesini... Ayrıca Fırat Tanış'ın muhteşem bir oyuncu olma yolunda sağlam adımlarla ilerlemesini bu filmde de sürdürmesini.. Aynı zamanda ev sahibimiz olduğundan mutluluk duyduğumuz Emin Gürsoy'u "Entelköy Efeköye Karşı" filminden sonra yine benzeri bir rolde izlemenin yaşattığı güzel duyguya değinmeden yazıyı bitirmek olmazdı.



22 Mart 2012

ENTELKÖY EFEKÖY'E KARŞI




2006 senesinde yapım ve yönetmenliğini yaptığı "Dondurmam Gaymak" filmi ile yerli sinemaya başka bir pencere açan Yüksel Aksu son filmi "Entelköy Efeköy'e Karşı" ile son zamanlarda izlediğim en iyi yerli film derecelendirmesine sebep olmuştur.

Samimi film yapacağım diye uğraşanlar çok basit bir şekilde bu filmi ders niteliğinde izlemeleri gerekir. Çünkü bu "samimi" olsun da ki tırnak içinde yer alan samimiyet kavramı üzerinden çok ekmek yemeğe çalışılmakta. 

Film tamamen "gerçek" üzerinedir. İzlediğinizde anlayacaksınız ki, hangi sınıftan ya da hangi görüşten olursanız olun olaylar eninde sonunda "adam haklı beyler"e bağlanıyor. Anarşik, Komünist, Solcu, Milliyetçi, Satanist, Entel, Köylü gibi kavramların  İstanbul şehir dışına çıkıldığında ki tablosunu gözler önüne seriyor. Her şeyin başının para olmadığının farkında olmayanların, para kazanmak için doğru yolun genel anlamda tüketmek olmadığının kanıtı niteliğinde bu film. Bu filmle ile ilgili tek korkum ah ne komikti denip geçilmesidir.

İlk sahneden son sahneye kadar son derece akıcı, sade ve eğlenceli bir film. Oyuncuların performansları muhteşem. Hem profesyonel oyuncular hem de gerçek köylülerin ortaya koyduğu oyunculuk televizyonda hayranlıkla izlediğimiz ve haddinden fazla değer verdiğimiz oyuncu gibi gözüken kişilerden kat ve kat üstünler.

Şahin Irmak bu konuda beni şaşırtan bir isim. Çok güzel hareketler bunlar da ki Hıyarlı Baba karakterinin üzerine yapışacağından endişe duyardım ki, bu filmde bu endişemin yersiz olduğunu gösterdi. İkinci olarak ise filmin bence en bomba karakteri olan Aşırı Mustafa'yı oynayan Emin Gürsoy'un performansının muhteşemliği dikkat çekti. 

Film müzikleri, sahne geçişleri, görsel efektler oldukça başarılıydı ama bir rüya sahnesi var ki tekrar tekrar izledim doyamadım bir kere daha izledim hatta yazıyı bitireyim bir kez daha izlerim. Ayrıca Bulutsuzluk Özlemi grubunu ve Nejat Yavaşoğulları'nı sinema filminde görmek mutlu etti.

Filmin son karesinde devamının çekilebileceğini hissettiren konuşmalar mevcut ama bana göre bu filmin devamı yapılmamalı. Bu filmi ben kendi iç rafımda diğerlerinden ayrı bir yere yerleştirdim. Emeği geçen herkese teşekkürler...

7 Mart 2012

Figüran Gergedanadam


Hayatımız bir film, bizse birer figüran...  
                                    (gergedanadam)


Yaklaşık üç ay önce kadardır bir ajansta kimine göre yardımcı oyuncu, kimine göre figüran olarak iş yapmaya başladım. 

Yazar iş  bu yazısında sizlere yaptığı gözlemleri ve ilginç tecrübelerini aktaracaktır. Ben de kendisi ile röportaj yapmaktan keyif alacağım. Ben kim miyim? Ben sizin hayalinizde ki gazeteciyim.


* H.S: Hayali Sunucu
* G: Gergedanadam

H.S: Merhabalar, öncelikle bu yoğun çalışmalarınız arasında bana zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Hoş geldiniz..

G: Hoş geldim.

H.S: Kariyerinizde radyoculuk, sunuculuk, grafikerlik, futbolculuk, müzik, karikatür ve garsonluğun yanında bir de oyunculuğa adım attınız. Niçin böyle oldu?

G: Oyunculuk çok iddialı bir söylem olmuş, ben figüranlık yapmaktayım.

H.S: Yardımcı oyunculuk diyelim?

G: Demeyelim... zira yardımcı oyuncu ile figüran arasında fark vardır. Gel gelelim ki bunu ajanslar da bilmiyorlar, o kadar hakimler işlerine.

H.S: Hangi dizilerde rol aldınız?

G: Arka Sokaklar, Yahşi Cazibe, Alemin Kıralı, İran yapımlı bir filmde ve de son olarak Uçurum dizisinde.

H.S: Türkiye'nin en çok izlenen dizilerinde rol almak nasıl bir duygu? Daha önce kamera arkası işler yaptınız kamera önüne geçince bir göt kalkıklığı yaşandı mı?

G: Ajansa kadro geldiğinde sizi bir gün evvelden arıyorlar. Müsaitsen belirtilen saatte belirtilen yerde olman isteniyor. Set günü geldiğinde servis yerine gidiyorsun ve servisi en az bir saat civarı bekliyorsun. 

H.S: Neden? 

G: Bilmiyorum bir nevi sabır testi olabilmesi ihtimalini her zaman aklımda tutuyorum. Çünkü servis beklemen ayrı sette bekleme ayrı. Sabahın ilk ışıklarıyla gidip bekleyip, sahne sırasının gece yarısı geldiği çok oldu. O kadar planlı programlı işte bizim diziler.

H.S: Ama tüm bunlara rağmen çok havalı değil mi? Setteyim sahneyi bekliyorum falan bile desen telefonda ya da twitterda yazsan binlerce dansöz olmuyor mu?

G: Zaten bu işi yapıyorsan sadece hava atabilirsin. 

H.S: Hiç yolda durdurulup tanıyan falan oldu mu? Resim falan çektiren?

G: Resim çektirilmez, çizilir. Sizin bahsettiğiniz çektirebilinen şey fotoğraf olsa gerek. Hayır o boyutta bir üne sahip değilim. Bir sahnede başrol oyuncusunun adres sorduğu adamı kimse hatırlamaz. Olsa olsa şöyle şeyler geliyor başıma, bir sohbet ortamında yeni tanışılan kişiler dikkatli gözlerle sizi bir yerlerden çıkardım çıkarıcam bakışı atıyorlar hatta kimileri dile bile getiriyor inanmazsınız. Bir de mahalle bakkalına altılı yumurta, bir ekmek, tuvalet kağıdı ve kola yazdırırken, abi dün falanca diziyi izliyordum bir baktım sen! hayret kipli cümlesi duyulabiliyor. Bu durum bana göre eğlenceli.

H.S: Ama nasıl yani? Her gün magazin programlarında izliyoruz, oyuncular falan epey havalılar?

G:  Onlar havalı tabi canım. İşlerini muhteşem yaptıklarını düşünüyorlar. Ne yazık ki iş verenlerde aynı düşünce yapısında olduğu için onlara para yatırıyorlar. Aslında oyuncu olmadıkları için içlerinde hep bir yara var, dizi çektiği için rahatsızlık duyan bir çok oyuncu ile tanıştım. Ama para, sanat kaygısını ya da bir işi doğru ve hakkıyla yapabilme ahlakını ortadan kaldırıyor. Para geliyorsa koy götüne...

H.S: Ama halk seviyor?

G: Böyle diye diye bitirdiler güzelim ülkeyi zaten. Halk hayal kurabilmek adına kendi yaratıyor bu durumu. Çünkü gerçeklerle yüzleşmek istemiyorlar. Önceleri halk bir başkaları tarafından uyutulurdu ama şimdi halk uyumak istiyor.

H.S: Peki bu işten para kazanıyor musunuz?

G: Hayır.

H.S: Nasıl?

G: Kazanmıyoruz. Ya da ajansa göre değişen bir durumdur bilemiyorum ama çalıştığım ajans iki aydır paramı ödemiyor. 

H.S: Hayretler içindeyim şu an. Kafamda yarattığım şeylerin çok aksine açıklamalar yapmaktasınız.

G: Ama siz benim kafamda yarattığım soruları sormaktasınız.



Röportajın ikinci bölümü bir kaç güne...
Röportajın üçüncü bölümü haftaya...
Röportajın tamamı önümüzde ki aya...