30 Aralık 2011

1. GERGEDANADAM ÖDÜLLERİ 2011

Birincisi gerçekleştirilmek istenen "gergedanadam ödülleri" altı kişinin oyları ile sahiplerini buldu, sahiplerinden habersiz. Yoğun ilgisizlikle gerçekleşemeyen ödül töreninde, evde ki halısının üstünde basına poz veren gergedanadam; "seneye görüşürüz" dedi.



Leyla ile Mecnun en iyi dizi olurken, Halil Sezai Paracıkoğlu en iyi çıkış yapan sanatçı, Model Grubu ise en iyi pembe mezarlık, Okan Bayülgen en iyi programcı, Redd grubu en iyi fikir (Van İçin Rock),  Hilal Cebeci en iyi pampiş,  Twitter yılın en iyi Türk televizyoncularını kurtaran site, i phone 4S en iyi pahalısı seçilirken törende bir ödül ilginç bir şekilde parçalara bölünerek verildi; Gazeticiler, Futbolda şike, sınavda şifre, atanamayan öğretmenler yılın en iyi ...







27 Aralık 2011

2.0.1.2




Dünyanın sonuna doğru, bir yılın daha üstüne çentik attığımız şu günlerde siz sevgili gergedanadam tayfasına yeni yıl sürprizi olarak bir bok hazırlamadık. Öyle ya böyle boktan şeylerle uğraşmanın alemi yok. Giren girdi zaten varsın 2012'de girsin! Biz de girelim... Biz niye girmeyelim?...

Yine de en sahte dileklerimle, yeni yıl denen "2012" hepinize mutluluk, sağlık, para, huzur, i phone 4S, i mac, bol kola, yenecek içeçek, kırmızı pabuçlar versin... En sevişgen yılınız olsun.. İyi seyirler...


Diplerde bir yerlerde bulunan not:  Sayfa tasarımı değişikliğini fark etmenizi ve fikrinizi söylemenizi umarık

21 Aralık 2011

DIŞARIDA YEMEK YEMEK


Açıyorum tiviyi, karşıma çıkıyor bir dizi... Herkes dört kere dört ciplere biniyor, evlerin en azı dubleks... Elde ayfon cebim telefonlar... Bir yemeğe gidiyorlar; boğaza nazır cam kenarı masa, farklı türden bin çeşit yemek ve içki türü! masada kuş bile var! Var evet ama onun da sütünün gelmesi beklenmekte gibi bir durum...



Mesela bizim öyle dışarıda yemek yeme gibi takıntımız hiç olmamıştı, bu durum bizim için bir zevk de değildi ayrıca ama yine de dışarı çıkıp bir yerlerde bir şeyler yeneceği zaman, bir heyecanlanma olurdu. Ama hiç öyle tivide izlediğimiz gibi değildi halimiz. Sipariş verme bölümünde aile büyükleri çocukların bütçe durumunu düşünemeyeceğini düşünerek menüden en az paraya yenilebilen bir tür seçerlerdi mesela. Çocuklar böylelikle   istediklerini yer içer bütçesi açılırdı.

Bir yemeğe misafir olarak gidilecekse hele, durum daha da garip bir hal alırdı. Siparişi vermek çocuk olarak bize bırakılmazdı zaten. Anne ne yenilebileceğini seçer, söyler garson abiye sonra sana dönerek onu yersin dimi? derdi. Başka bir şey mi yiyeceksin bak istersen ama? Sorusunun cevabı da kolaydır, çünkü yemekten önce tembih edilmiştir. Aman bak pahalı bir şey söyleme ben söylerim, doymazsan eve gelince salça ekmek yaparım ben sana... gibi..
.
Söylenen yemek bir porsiyon söylenir.Öyle ya hayvanlığın alemi yok! Söylenen yemekle de doyulmayacağı garantidir bu bir porsiyonların. Köfte söylesen kıçı kırık dört tane köfte gelir gele gele çünkü. Ama ayıp olmasın diye sineye çekilir o kıçı kırık dört köfteli doyulmayacağı garantili bir porsiyon. Fakat asıl olay bu ana yemeğin seçilişi değildir. Çünkü illa ki bir ana yemek seçilecektir ve yenecektir. Olay, bu ana yemeğin yanına ilave edilecek figüranlardır. İçecek bölümü benim için her zaman zordu mesela. Ben acayip bir kola bağımlısıyım ve fakat kolayı dışarıda içmem pek mümkün gözükmüyordu. Kola o diğer içecek türlerinden hep pahalıydı. Sanki restaurantlar tüm kar marjını kolaya bağlamışlar! Misafire ekstra hesap geçirmemek için ayranı seçerdim bende. Annemle göz göze gelirdik o anda. Ben onun gözlerinde ayranı seçmem gerekliliğini o da benim gözümde kola içmesem mi azcık ifadesini gözlerdi. Tabi illa ayran içilirdi. Hem ayran faydalı... Kolanın içinde böcek var bi kere, böcekten yapılıyor o...

Dışarıda yemek yeme faslının sonuna yaklaşırken, tatlı aşamasına gelinirdi. Hatta çoğu zaman gelinmez direk çay ya da kahve aşamasına transit geçilirdi... Çay, kahveye ne gerek var? eve gider yaparız, ayaklarımızı uzata uzata içeriz ulan! aşamasıyla biterdi çoğu zaman bu dışarıda yemek yemek durumu.

Bu durumun böyle olması zorunluluğu insana bir terbiye verirdi. Gel gör ki, ben şu an çocuk olsam ve bu tivide ki örnekleri görsem, o boğaz manzaralı cam kenarı masada oturmayı, kolanın dibine vurmayı, o sütü gelmesi beklenen ilk paragrafın latifesi ibne kuşu da isterdim. Ama iyi ki tiviyi kapatıp sokağa çıktığımda kendime getiriyor beni yaşam...




19 Aralık 2011

RADYO TİYATROSU NE GÜZEL ŞEY

Flashback ile başlayalım...

Yaşamımın ilköğretim yıllarının ortaokul devrine denk gelen zaman diliminde iken küçük bir odam, küçük odamda da ranza sistemi vardı. Üst katı bana aitti alt kat abimin lakin abim ile benim hatırlayabildiğim kadarıyla, ilkokul iki gibi şehren ayrılmıştık. Abim benden abi yaş aralığında olduğu için o üniversite devrine geçmişti. Ranzada ki alt kat ve üst kat tamamen benim egemenliğime girmişti böylece.


Ortaokul yıllarında gece en geç onbir gibi yatakta olma zorunluluğundan ötürü sıkıntı duyduğum zamanları yaşamaktaydım. Baş ucumda Almanya uyruklu pille çalışan aynı zamanda üst tarafında sarı aydınlatması olan, yeşil renkte bir radyom vardı. Onu ranzanın merdivenlerine bantlama sistemiyle sabitlemiştim. Geceleri çok erken yatma zorunluluğu uyurken müzik dinleme huyunu bana katmıştı. Açardım radyoyu ver elini Çelik... Genelde o dönemde epey bi Çelik çalardı radyolar.

Gecelerden birinde çişe gitmek amaçlı uyandığımda, hayrettir ki radyo açık kalmış! hayrettir ki diyorum çünkü annem mutlaka kapatırdı. Annem gece ben uyuduğumda açık olan tüm elektroniksel cihazları kapatır hep. Bu hala değişmedi. Mesela bilgisayar açıktır ve annem nasıl kapatılacağını bilmediğinden, direk fişi piriz ile olan birlikteliğinden koparma usulü ile kapatır. Dönelim o geceye, radyoda kimi garip sinemasal olaylar dönüyor. Bir cinayetten konuşuyorlar, karşılıklı diyalog şeklinde ilerliyor sohbet, çişimi unutuyorum kaptırıyorum hikayeye. Bir anda olayı kavrıyorum bu bir tür tiyatro gibi bir şey ve oynanan oyunun da konusunu anlıyorum. Uykudan eser kalmıyor gözlerimi zaman zaman kapatıp onların betimlemelerinden hayal gücüm elverdiğince kafamda canlandırmaya başlıyorum ve fakat git gide gerilimli bir hal alıyor bu durum. Az önce öldürülen adam hayalet olarak geri geliyor, onu öldürenlerden intikam alıyor ve benim uyanmama sebep idrar torbasının doluluğundan şikayetçi kanalizasyona bir an evvel kavuşmak isteyen çiş, giderek korkudan zorlamaya başlıyor, habersizce kaçtı kaçacak o derecede. Kapatmıştım hemen radyoyu gayet iyi hatırlıyorum. Kapattım kalktım ama nasıl bir korku var, hemen dua okumaya falan başladım tuvalete doğru ilerliyorum holde kırmızı loş ışık var o hol bana ızdırap oluyor tuvalet kapısının oraya gidiyorum mutfaktan ses duyuyorum, aslında duymuyorum da kesin bir ses gelecek o taraflardan bir yerlerden şizofrenik duygusu içine bürünüyorum.

Sonraki gün bu sefer bilerek ve isteyerek o programın başlayacağı saate denk gelmeye çalışmıştım. Yine denk gelmiştim ve sonuna kadar dinlemiştim. Sonraki gün de ve bundan sonra ki günlere de bu durumum değişmemişti yeni bir huy edinmiştim.

Geçenlerde film indirmek için sayfa sayfa dolanırken bir forumu Radyo Tiyatrosu başlığı dikkatimi çekti, çektiği anda sol tıkla girdim sayfaya. 150 kadar eserin indirme linkleriyle birlikte halka sunulan bir sayfaydı bu. Meraktan içlerinden bana en ilgimi çekebilecek bir oyun seçmeye ve indirmeye karar verdim. Alfred Hitchcock'tan Komşunun Hanımı oyununu indirmeye karar verdim, yine sol tıkladım, dosya saniyeler içinde bilgisayarımın masaüstüne şıp dedi damladı. Hemen açtım dinlemeye başladım. Oyunların süresi 60 dakikaymış bana o yıllarda baya baya uzunca gelirdi. 60 dakika pür dikkat yine gözlerim kapalı, onlar dublajı yapıyor ben kafamda çekiyorum filmi. Vay be aynı çocukluğumda ki gibi diyorum bu durumdan acaip bir zevk alıyorum. Ardından Bir İdam Mahkumunun Son Günü, Victor Hugo kaleminden çıkmış oyunu indiriyorum dinlerken gözlerim kapalı, uykuya dalıyorum gözlerim kapalı...
O eski huyuma kavuşmanın heyecanını yakalıyorum yııllar sonra. Sizlere de tavsiye ediyorum bu durumun güzelliğini yaşamayı.

Radyo tiyatrosu ne güzel şey!

18 Aralık 2011

İSTANBUL BENDEN DAHA İSTANBUL



İstanbul benden eğlenceli, İstanbul benden daha renkli, İstanbul benden daha karanlık, İstanbul benden kötü, İstanbul benden fesat, İstanbul benden güçlü, İstanbul zor, İstanbul benden daha kalabalık, İstanbul daha bi yalnız, İstanbul benden daha zavallı, İstanbul benden daha cesur, İstanbul benden daha salak, İstanbul benden daha komik, İstanbul benden daha da iri, İstanbul benden daha bi çıplak, İstanbul pahalı, İstanbul benden daha yaşlı cildi falan hep buruş buruş, İstanbul benden daha dürüst, İstanbul benden daha bi yalancı, İstanbul benden kat ve kat daha suçlu, İstanbul benden daha uzun, İstanbul benden daha yakışıklı, İstanbul kutsal, İstanbul benden daha bi efsane, İstanbul şiirin mısrasında, müziğin notasında, yazının virgülünde ve ben şimdi onu yazan adam... İstanbul aynı İstanbul...