28 Haziran 2011

YOLCULUK

Yılda belli zamanlarda belli birkaç kere yolculuklarım olur...
Geçen haftalarda da İstanbul Salihli, Salihli Bursa ve Bursa Salihli akabinde İstanbul yolculuklarını yaptım... Gereksiz yolculuk hattımı ifşa ettikten sonra asıl ve asil konumuza geri dönüyorum.

Otobüs yolculukları bundan sadece iki yıl öncesine kadar oldukça zorlu, rahatsız ve sıkıcı geçerdi...
Buna teknoloji sayesinde çözüm bulunmuş! Her koltuk arkası minimal LCD ekranlarda Tv, Film, Müzik ve Oyun imkanları sunuluyor... Harika bir şey! Hiç can sıkıcı değil gayet oyalayıcı... Ama bizden şunu alıyor bu modern otobüsler. Bir uzun yolculuk olacağı zaman günlük yaşamda sıkça yapmadığımız şeyleri yapardık... Sizli bizli genellemeden özele alıyorum alınanlar olur!
O yolculuğa çıkmadan önce en az iki mizah dergisi, bir gazete alırdım. Öncelikle bu sistemi iptal ettirdiler... Bunları okuduktan sonra mutlaka yanıma kitap alırdım... Bir seferinde Ferhan Şensoy'un Elvada SSK isimli kitabını 10 saat süren yolculukta bitirmiş, kendi en kısa sürede bir kitap okuma rekorumu kırmıştım... Artık kitapta almıyorum. Her yolculuk öncesi özel albümleri attığım mp3 çalarımı da almaz oldum...

***

Otobüs yolculuklarında en arka, pencere kenarı koltuğu seçerim... Büyük popolu ve iri bir adam olduğum için arka koltuk bacak aralığı ve arkada rahatsız olcak kimse olmadığından rahatça en son seviyesine kadar yaslayabilenecek alan olduğu için. Bu geriye yaslama olayıda çok sıkıntılı bir iştir. Yolculuğun en güzel yerinde önündeki kişi lop diye koltuğu yatırır dünyanı şaşırırsın! Bana genelikle yapamıyorlar. Bendeki bacak bacak olduğu için belirli hizada kalıyor sevgili benim önümde olan koltuk... Koltuk bu durumdan şikayetçi değil ama onun kucağına oturan insan asabi asabi dönüp arkaya bakabiliyor...
Ne bakıyosun yaprağım bakışı attıktan sonra kişi önüne dönüyor ve ben işte o an bir zafer kazanmışım gibi ayağa kalkıp muavin beyden bir su istiyorum.... Ben istiyorum da muavin bey ortalıkta yok! Benim su isteyime kimse karşılık vermiyor karşılık bir sevgiye dönüşüyor bu zaferim...

***

Tam uyucakken mola yerine gelinir ya... Çok gıcığım o ana! Ama molada illa ki inmek, bişiler yemek, çişi boşaltmak şarttır. Şarttırda bu o kadar mümkün değildir kimisine... Zengin olman gerekir! Çişe bi gidersin 1 TL. Çişimin değerinin gitgide artması beni sevindiriyor aslında...
Hele yemekler... Bir tost 4 TL'den başlıyor... Kola 3.5 TL... Düşünün bu besin maddelerine ben yemek diyorum.. Yoksa, çorba, köfte, sulu yemek falan muhabbetine girersen boğaz manzaralı lüks bir restaurantta yemek yemiş hissi yaratıyor verdiğiniz para.... Bi de bahşiş bırakasım geliyor ama Self Servis olduğunun farkına varıp vazgeçiyorum bu düşüncemden... Kendime bahşiş vermek saçma geliyor, bunu haketmediğimi düşünüyorum... Hediyelik eşyalar reyonuna gidiyorum bakıyorum geri dönüp otobüsün yanına gidiyorum... Koltuğa oturup mola yeri kabusunun geçmesini diliyorum...

Mola yeri ızdırabı geride kalıyor, yolculuğumuz devam ediyor ve uyuklamaya başlıyorum... O sırada muavin ibnesi çay tire kahve ve yiyecek servisi yapmış oluyor, uyanınca ona uyandığımı ve bana servis yapmadığını ima etmek için gözlerimle sürekli onu kesiyor arada bir öhömm ıhım şeklinde boğazımda öksürüğe yakın sesler çıkartıyorum. Ama nafile beni yine takan yok! Yol hattımda Yalova – İstanbul arasını vapurla geçmemiz gereken bir yer geliyor, biniyor otobüs vapura ve yine aşağıya iniyorum... Vapurda bi iki tur attıktan sonra yiyecek içecek bölümüne uğruyorum aaa! ooo! vaay! o da ne? Fiyatlar gayet insancıl.. Hani normal bir insanın da alabileceği seviyede.. Buna çok seviniyor sevgili midem, hemen bi kaç tost ve kola alıp, belki bi yanlışlık vardır bu kadar insancıl olamaz bu fiyatlar, kesin biri gelip birader sen bu tostu ve kolayı çok ucuza aldın kasada ki çocuk yeni başladı yanlış hesaplamış sen ver bakalım az biraz daha para diyevercekmiş gibi geliyor, derhal uzuyorum... Tenha bi alana gidip oturup deniz manzarası eşliğinde yemeğimi tüketirken illa birisi gelip oturuyor yanıma... Hayır normalde konuşkan ve iletişim konusunda sıkıntısı olmayan bi adamımda, yolculuk psikolojim bunu desteklemiyor... Adam oturuyor yanıma ağzının ucunda muhabbete giriş cümlesi dudaklarına tecavüz ediyor, bir iki direnmeden sonra salıveriyor ilk cümleyi... İlk cümleler bu tip anlarda sıkıntılı ve saçma olur...
  • Ne kadar sürüyor bu?
Adamın neyi sorguladığı tam anlamak mümkün değil, önce bir merhaba nasılsınız gibi bir girişte beklemiyorum ama bu anlamsız soru neden?...
  • Soruğunuz şey vağurun varış zamanı ise yarım saat...
Anlamlı yanıtını veriveriyorum...
  • Tam hızlı gitmiyor galiba?
Be adam kaptan mıyım ben? Nerden bu soruya muhattap alıyor benianlamak mümkün değil ... Hafif sessizlikten sonra bu soruya yanıt vermiyorum çünkü üstüme alınmıyorum...
Aradan bi kaç lokma sonra,

  • Ne garip! Dedi... Ne garip koskoca gemi denizin üstünde gidiyor... Bunu icad edeni tebrik etmek gerek!

Aslında abiyi kutluyorum zira geçen binişimde sakallı cübbeli bir abi yanıma gelip bu konuyu kutsal anlamda değerlendirişini anlatmışken, abinin mühendisliği övmesi ve işe bilimsel yaklaşması hoşuma gidiyor...

  • Evet diyiveriyorum güzel tespitine...

Tostum ve kolam bitiyor abinin muhabbet kurma çabasından sıkılıyorum ve kalkıp otobüse geliyorum...

Kapının önündeki muavin ibnesine sen vermedin ama bak gittim yedim içtim ohh anasını satayım bakışlarını sunarak gidip yerime oturuyorum oturduğum gibi uyumaya başlıyorum...
Arandan bir kaç kilometre geçiyor ve ben İstanbul'a geliyorum...
Hoşgeldim efendim daha sık nice yazılarda görüşmek üzere...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder