11 Kasım 2012

Şantiye Taksim Yıl 2012

İşe gitmek üzere evden çıktım çıkıyorum yani tam -mak üzereyim!

Rutin cüzdan kontrolü, cepte para var mı kontrolü, şarkı çaların kimi anlamsız yerlerde kaybolan kulaklığı... Her şey tamam. Evden -mak üzere yarım kalan eylemimi gerçekleştiriyorum. Bizim sokak tam tarlabaşı bulavarının başı, hafif bir yokuş sonrası iki dakikaya Taksim meydanda buluyorsun kendini. Yokuş ızdırap oluyor fakat o gün havada ayrı bir pis bir koku var. Burnuma geliyor... Yokuşu bitirdim tam sokağın başına geldim karşımda sunta barikat! Nasıl? Neden? Sokağım kapatılmış onu anladım da bugün 1 Mayıs değil ki?

Dünyanın en estetikten yoksun sunta barikatın altında çük boyut bir delik gözüme çarpıyor. Herkes önce bir ayağını atıyor, diğer ayak öndekini kovalarken eğiliniliyor öyle geçiliyor. Baya takım elbiseli adam abiler, kimi mini etek ablalar, saat satan Jay jay Orhan... Saat satan Jay jay Orhan siyahi bir arkadaş. Bizim mahallede oturuyor, Somali'den gelmiş elinde büyükçe bir karton stand 10 TL'den başlayan 20 TL'ye varan hepsi marka hepsi çakma yarı su geçirir alarmi çalışmaz kronometre tuşları yapışık saatler satıyor. Jay jay Orhan'ı ben seviyorum az biraz Türkçe konuşuyor az biraz ingilizce eşlik ediliniyor muhabbetimize. Adını çok hızlı söylüyor Jay Jay Orhan ancak ben hiç anlayamadığım için ona Jay jay Orhan adını veriyorum. O buna gülüyor sonra kendi adını bir kez daha söylüyor, o söylüyor da ben yine anlamıyorum ayrıca ben bir ad vermişim verilen ad geri alınmaz diyor ve konuşmaya Jay jay Orhan olarak devam etme inadımı sürdürüyorum bizim Jay Jay Orhan'la... Bizimkine takıldık kaldık, konudan saptık hemen u dönüşü bizim konuya;

Ben önce geçmedim çük boyut delikli sunta barikattan. Sonra diğer tarafa baktım orada diğer bir taraf yok? Seve seve çük boyut deliği olan sunta barikattan geçilecek! Geçiliyor da neden kimse itiraz etmiyor az biraz geçmeden önce durup düşünüp bir sorgulamıyor orası garip gibi geliyor bana. Attım bacağı ben de geçtim çük boyut deliğe sahip sunta barikattan. Kafayı bir kaldırdım etrafa kimi vinçler, dozerler gibi zarar ziyan verici aletler serpilmiş. Taksim meydanı meydansız kalmış...

Taksimi yayalaştırma projesi olduğunu tahmin etmekteyim ama neden bu kadar hızlı ve bir anda kimseye bir şey söylemeden dalınıldı bu meseleye orası aklımı mıncıklamakta. Yürümeye devam ettim evimin çok yakını otobüs durağına geçiş yok! Hassiktir n'oluyor lan bugün Taksim'e! Yol kapalı ne güzel de ben n'erden binme eylemini gerçekleştirecem otobüse? Meydana devam ettim meydanda hareket amirliğinin önü kuyruk vaziyet. Bir tane hareket amiri var ortada otobüs yok, hareket yok. Herkes soru sorma telaşında, bana da sıra geldi, önce soruyu aklımda kurguladım gayet basit ben işe gidecem de n'erden gidecem diye soracam.

- Abi kolay gelsin.
-Buyur.
- Şimdi ben şurdan otobüse biniyordum o otobüs beni işime kadar götürüyordu. Gördüğüm kadarıyla bir günde benim otobüs artık yok. Ben n'erden n'apıcam?
-Şimdiiieee o otobüüğüüüss sss ımmmm şindiiii tabi orası kapandııığğğaaandaaan ıııımmm

Cümle kurmakta zorlanan, kelimeler ağzından çıkarken dil 360 derece ağız içi volta hareket amirin de bir bok bilmediği anlaşılıyor, içimden tamam siktir et ben bakarım bir çareye diyorum, dışımdan söyleyemem ayıp olur "tamam abi tamam" şeklinde özgürlüğümü ele alıp ayrıldım huzurundan hareket amirinin, elim yumruk şeklinde baş parmağım işaret ile orta parmak arasında şekil ve hafif sallayarak.. Hareket dediğin böyle olur...

Tek başıma saf salak bakınıyorum yanıma biri geldi bana otobüslerin ne olduğunu soruyo. Tabi elime bakarak geldiyse... Hareket amirinin benim olabileceğimi mi düşündü nedir? Hayır öyle bir tipimde yok...

Yaklaşık birkaç yüz metre yürüyüp işe gidiş güzergahında meydana uzak bir durağa vardım. Koyuldum beni işe götürecek, götürmesini dilediğim ve götürmek zorunda olan otobüsü beklemeye...

İşe gidiş, otobüste yaşananlar ve işten dönüş eve gidemeyiş tüm ayrıntılarıyla bir sonraki yazımda...