29 Haziran 2011

Sen ne iş yapıyordun abi?

Öğle vakti uyandım, sevgili karnım aç olduğuna dair kısa mesaj attı cep telefonuma... Kontörüm olmadığından mütevellit kendisine geri dönemedim... Yataktan kalkıp tuvalete gittim, genelde her zaman bu şekilde ilerler kalkış törenim...

Hava güzel, keyifliyim ama açım. Aç olduğumda öfkeliyimdir. Şortumu giyip evden çıktım, bahçe kapısı markajından sıyrılarak bakkala doğru ilerledim... Hayırlı işler bakkal abi! klasik selamımı verdikten sonra ekmek reyonundan taze ekmek alarak, sucuk-sosis bölümüne ilerledim... Hazır dilimlenmiş sucuklar gözüme girdi, pek sevdim. Hemen benim olmaları için bakkal abiye ilettim bu isteğimi, bakkal abi onu sen hakkettin zaten bakışları atarak getirdi sevgili dilimlenmiş sucukları... Alışverişin ne kadar tuttuğunu hesaplama işlemi sırasında o klasik ama benim için cevaplaması zor soru geldi...

  • Sen ne iş yapıyordun abi?

Sanki daha önce açıklamışım gibi...

- Ben..ee.. işte reklamlar, sinema, müzik, yazı falan.. öhömm... ıımmm...

Normal zamanda açıklamakta zorlanıyorum ki bakkal abi bana bunu daha demincek uyanmış halime soruyor...

Görsel İletişim Tasarımı bölümünü halen okumaktayım, aslında mezun olmam gerekirdi ama ben okuyorum... Hayır beş senede bi bok öğrenemedik sağolsun üniversitemizden, bu yüzden biraz daha beklemekteyim, ne olur ne olmayabilir... Bölüm öyle bir bölümki sinema derside var, fotoğrafçılık, reklam, web site tasarımı, animasyon, resimde... Hangi birini söylesem anlarlar beni telaşındayım. Hayır herkese buradaki gibi geniş bir şekilde anlatma imkanımda yok. Daha ailem bile bu konuda tam bir fikir sahibi değil. Sizin çocuk ne iş yapıyor dendiğinde Grafiker cevabı veriliyor genellikle ama ardından destekleyici şeyler geliyor, reklamlarda falan işte, medya yani....

***

Geçenlerde oturdum kendi kendime bu soruyu sordum. Harbidende net bir cevap çıkmıyor...
Tamam grafikerlikte yaptım ama aynı zamanda reklamda yazdım, animasyonda yaptım, masaüstü reklamda... Kısa filmde çektim, oynadımda... Aynı zamanda reklam müziğide yaptım, film müziğide... Tamam bunların birçoğu amatör işler ama profesyonel olarakta yaptım... Mesela bu ara en çok yazıya verdim kendimi, blog yazılarımdan bahsetmiyorum, senaryo, şarkı sözü gibi... Gönül sinemadan yana ama hangi departmanda olacağım belli değil?
Bakkal abiye dönüp;

  • Rakı var mı? Diye sordum..

Acaip bir şey, sen ne iş yaparsına cevap verememem... Genellikle laf gereksiz yere uzamasın diye ya reklam diyorum ya da sinema... Yoksa önünü alamıyorum açıklamaların... Zaten anlaşılmıyor hiç bi türlü bu sektör... Hemen; ee para var mı bari? sorusu peşinden geliyor... Bari ibaresine dikkat edin can alıcı nokta orasıdır...

Bakkaldan ekmek almadan ve o sevgili dilimlenmiş sucuklarıda reyonuna geri göndererek, başım önde ağlayarak, ağlarken koşarak çıktım...

Ben işte reklamlar, sinema, müzik, yazı falan...


28 Haziran 2011

YOLCULUK

Yılda belli zamanlarda belli birkaç kere yolculuklarım olur...
Geçen haftalarda da İstanbul Salihli, Salihli Bursa ve Bursa Salihli akabinde İstanbul yolculuklarını yaptım... Gereksiz yolculuk hattımı ifşa ettikten sonra asıl ve asil konumuza geri dönüyorum.

Otobüs yolculukları bundan sadece iki yıl öncesine kadar oldukça zorlu, rahatsız ve sıkıcı geçerdi...
Buna teknoloji sayesinde çözüm bulunmuş! Her koltuk arkası minimal LCD ekranlarda Tv, Film, Müzik ve Oyun imkanları sunuluyor... Harika bir şey! Hiç can sıkıcı değil gayet oyalayıcı... Ama bizden şunu alıyor bu modern otobüsler. Bir uzun yolculuk olacağı zaman günlük yaşamda sıkça yapmadığımız şeyleri yapardık... Sizli bizli genellemeden özele alıyorum alınanlar olur!
O yolculuğa çıkmadan önce en az iki mizah dergisi, bir gazete alırdım. Öncelikle bu sistemi iptal ettirdiler... Bunları okuduktan sonra mutlaka yanıma kitap alırdım... Bir seferinde Ferhan Şensoy'un Elvada SSK isimli kitabını 10 saat süren yolculukta bitirmiş, kendi en kısa sürede bir kitap okuma rekorumu kırmıştım... Artık kitapta almıyorum. Her yolculuk öncesi özel albümleri attığım mp3 çalarımı da almaz oldum...

***

Otobüs yolculuklarında en arka, pencere kenarı koltuğu seçerim... Büyük popolu ve iri bir adam olduğum için arka koltuk bacak aralığı ve arkada rahatsız olcak kimse olmadığından rahatça en son seviyesine kadar yaslayabilenecek alan olduğu için. Bu geriye yaslama olayıda çok sıkıntılı bir iştir. Yolculuğun en güzel yerinde önündeki kişi lop diye koltuğu yatırır dünyanı şaşırırsın! Bana genelikle yapamıyorlar. Bendeki bacak bacak olduğu için belirli hizada kalıyor sevgili benim önümde olan koltuk... Koltuk bu durumdan şikayetçi değil ama onun kucağına oturan insan asabi asabi dönüp arkaya bakabiliyor...
Ne bakıyosun yaprağım bakışı attıktan sonra kişi önüne dönüyor ve ben işte o an bir zafer kazanmışım gibi ayağa kalkıp muavin beyden bir su istiyorum.... Ben istiyorum da muavin bey ortalıkta yok! Benim su isteyime kimse karşılık vermiyor karşılık bir sevgiye dönüşüyor bu zaferim...

***

Tam uyucakken mola yerine gelinir ya... Çok gıcığım o ana! Ama molada illa ki inmek, bişiler yemek, çişi boşaltmak şarttır. Şarttırda bu o kadar mümkün değildir kimisine... Zengin olman gerekir! Çişe bi gidersin 1 TL. Çişimin değerinin gitgide artması beni sevindiriyor aslında...
Hele yemekler... Bir tost 4 TL'den başlıyor... Kola 3.5 TL... Düşünün bu besin maddelerine ben yemek diyorum.. Yoksa, çorba, köfte, sulu yemek falan muhabbetine girersen boğaz manzaralı lüks bir restaurantta yemek yemiş hissi yaratıyor verdiğiniz para.... Bi de bahşiş bırakasım geliyor ama Self Servis olduğunun farkına varıp vazgeçiyorum bu düşüncemden... Kendime bahşiş vermek saçma geliyor, bunu haketmediğimi düşünüyorum... Hediyelik eşyalar reyonuna gidiyorum bakıyorum geri dönüp otobüsün yanına gidiyorum... Koltuğa oturup mola yeri kabusunun geçmesini diliyorum...

Mola yeri ızdırabı geride kalıyor, yolculuğumuz devam ediyor ve uyuklamaya başlıyorum... O sırada muavin ibnesi çay tire kahve ve yiyecek servisi yapmış oluyor, uyanınca ona uyandığımı ve bana servis yapmadığını ima etmek için gözlerimle sürekli onu kesiyor arada bir öhömm ıhım şeklinde boğazımda öksürüğe yakın sesler çıkartıyorum. Ama nafile beni yine takan yok! Yol hattımda Yalova – İstanbul arasını vapurla geçmemiz gereken bir yer geliyor, biniyor otobüs vapura ve yine aşağıya iniyorum... Vapurda bi iki tur attıktan sonra yiyecek içecek bölümüne uğruyorum aaa! ooo! vaay! o da ne? Fiyatlar gayet insancıl.. Hani normal bir insanın da alabileceği seviyede.. Buna çok seviniyor sevgili midem, hemen bi kaç tost ve kola alıp, belki bi yanlışlık vardır bu kadar insancıl olamaz bu fiyatlar, kesin biri gelip birader sen bu tostu ve kolayı çok ucuza aldın kasada ki çocuk yeni başladı yanlış hesaplamış sen ver bakalım az biraz daha para diyevercekmiş gibi geliyor, derhal uzuyorum... Tenha bi alana gidip oturup deniz manzarası eşliğinde yemeğimi tüketirken illa birisi gelip oturuyor yanıma... Hayır normalde konuşkan ve iletişim konusunda sıkıntısı olmayan bi adamımda, yolculuk psikolojim bunu desteklemiyor... Adam oturuyor yanıma ağzının ucunda muhabbete giriş cümlesi dudaklarına tecavüz ediyor, bir iki direnmeden sonra salıveriyor ilk cümleyi... İlk cümleler bu tip anlarda sıkıntılı ve saçma olur...
  • Ne kadar sürüyor bu?
Adamın neyi sorguladığı tam anlamak mümkün değil, önce bir merhaba nasılsınız gibi bir girişte beklemiyorum ama bu anlamsız soru neden?...
  • Soruğunuz şey vağurun varış zamanı ise yarım saat...
Anlamlı yanıtını veriveriyorum...
  • Tam hızlı gitmiyor galiba?
Be adam kaptan mıyım ben? Nerden bu soruya muhattap alıyor benianlamak mümkün değil ... Hafif sessizlikten sonra bu soruya yanıt vermiyorum çünkü üstüme alınmıyorum...
Aradan bi kaç lokma sonra,

  • Ne garip! Dedi... Ne garip koskoca gemi denizin üstünde gidiyor... Bunu icad edeni tebrik etmek gerek!

Aslında abiyi kutluyorum zira geçen binişimde sakallı cübbeli bir abi yanıma gelip bu konuyu kutsal anlamda değerlendirişini anlatmışken, abinin mühendisliği övmesi ve işe bilimsel yaklaşması hoşuma gidiyor...

  • Evet diyiveriyorum güzel tespitine...

Tostum ve kolam bitiyor abinin muhabbet kurma çabasından sıkılıyorum ve kalkıp otobüse geliyorum...

Kapının önündeki muavin ibnesine sen vermedin ama bak gittim yedim içtim ohh anasını satayım bakışlarını sunarak gidip yerime oturuyorum oturduğum gibi uyumaya başlıyorum...
Arandan bir kaç kilometre geçiyor ve ben İstanbul'a geliyorum...
Hoşgeldim efendim daha sık nice yazılarda görüşmek üzere...


9 Haziran 2011

Biz Bilmiyorduk!

Biz Bilmiyorduk!

Yıllar yıllar sonra iş işten geçince salak bir ifadeyle söyleyecez bu sözü...
Çünkü hakikaten bilemedik. Okulda derslerdi, sınavdı, ergenlikti, sivilceydi, mastürbasyondu, oyunlardı. Bizim okul anlayışımız, bi ortaokulda bi lisede iki sınav var ve bu iki sınavı geçmen gerek.

Ortaokuldan başlar tarihi, coğrafyayı, felsefeyi siktir etmek. Neden? Çünkü Matematik, Türkçe ve Fen bilimlerinden arka sırada gelen bombok, değersiz, ordan alacağın puandansa Matematiğe Fiziğe kasman daha mantıklısı kuralı öğretildi. İş bu yüzden ki Tarih, coğrafya, felsefe dersleri sınavlarından ezberleme taktiğiyle sınavdan zırt üzerinden pırt notu alıp geçebiliyordu insan.  Yahu Felsefe derslerinde ben hiç varoluşun, dinin, siyasetin sorgulandığına şahit olmadım... Ya bizden de filozof çıkar korkusundandı ya da bu filozoflar çok salak adamlardı... Çoğunluklada boş geçerdi zaten, hatta lisede felsefe dersi ÖSS için test çözebileceğimiz rahat bir alandı.

Tarih derslerinde tarihleri ezberlemek için günlerce kopya hazırladık, öyle ki sınavlarında sadece şu savaş hangi tarihte olmuştur gibi sorular soruldu.  

Lisede bölüm seçimi olacak, üç bölüm var; Sayısal, eşit ağırlık (TM) ve Sözel.
Sayısal kralların bölümü; dahilik kıvamında zeki, karizmatik, asil bir bölüm betimlemesi geliyor akla. Eşit ağırlık; çalışsa yapar aslında, çok zeki ama işte... Ve fakat sözele gelince; nasıl boktan, nasıl alt bi bölüm, gerizekalıları toplamışlar bi yere... Hatta oraya gideceğine teknik liselere git dahi iyi, o derece!

Tamam bazı bazı büyüklerimizin oluşturduğu sistem var ve buna göre bir hazırlık yapılıyor eyvallah da, kimi bazı sevgili öğrencilerde bunun bu şekilde olduğunu düşünürdü işte o can sıkardı...

Öğrencinin biri laboratuar dersinde bi maddeyi bi maddeyle karıştırdığı için belge alırken ki takdirle karşılanırdı. Diğer bir öğrenci sağlam kompozisyon yazdığı için ne zaman ve kimden takdir gördü?

Hep bilim adamları bize övüldü,filozoflar deli, tiyatrocular fakir ve aç, yazarlar falansa zaten hiç girme oralara. Neden? Çünkü herkes yazabilir... Herkes şarkıcı olabilir... Bize böyle diretildi hep sonra aramızda buna inanlar oldu iş bu yüzden götüm götüm ülke fenalara gitmekte...

Zaten sınavlara tabi tutulmuşuz, başarılı olma kavramı bu ilke üzerine konuşlanmış...

Ne geçmiş tarihi biliriz, ne yakını. Ne coğrafyayı, bölgelerimizi, iklimimizi biliriz, ne felsefeyi... Hiç sorgulamadık, hiç gerçektende öğrenmek istemedik, hiç okumadık ve araştırmadık bizden isteneni ve bekleneni yapmak zorunda bırakıldık, kafalarımız meşgulde tutuldu hep ve hep tükettik...

Yıllar yıllar sonra iş işten geçince, birbirimizin suratlarına bakarak salak bir ifadeyle söyleyecez bu sözü...

Biz bilmiyorduk!

Size Fight Club filminden bir paragrafı sunarak bu yazıya son vermek istiyorum...

Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız... Bir amacımız ya da yerimiz yok... Ne büyük savaş yaşadık, ne de büyük buhranı... Bizim en büyük buhranımız... Hayatlarımız...
Televizyonla büyürken milyoner film yıldızı ya da rock star olacağımızı sandık...
Ama olmayacağız. Bunu yavaş yavaş öğreniyoruz... Ve çokça kızgınız...


7 Haziran 2011

Bir yolculuk


Geçen ofisimle evim arasında aç parantez kaldı ki ne ofis benim ne de ev, birinde işçiyim diğerinde de kiracı, mutfakta da aşçıyımdır affedersiniz kapa gereksizce muhabbetin içine sıçan parantez, mevcudiyetini koruyan mesafeyi hızlı bir şekilde kat etmem için her zaman ki gibi otobüsü kullanıyorum, ben kullanmıyorum tabiside, otobüsü kullanan kaptan vardır her daim nitekim o günde direksiyon başında ki görevini yerine getiriyordu.  Duraktan şöyle böyle baya bi kişi bindik otobüse, kibar bir beyefendi olduğum için arkada kaldım. Tüm bayanlar baya baya koltukları kaptı, hemen kaptan abinin arkasında yer alan ikili koltuktan tekine sahiplenesice bir boşluk gördüm gittim anında oturdum. İçimden bir ohh sesi geldi, hatta ve hatta dönüp arka tarafa o çok bayanefendi ablalara el kol hareketi yapma isteği uyansa da bünyede, otobüs ahalisinin henüz buna hazır olmadığı kanaatine vararak vazgeçtim...

Bir sonraki durak acaip yoğun, acaip ilgi odağı olan bir durak. Herkes o duraktan binmek istiyor, saatler öncesinden yer ayırtıyordu. Ve beklenen oldu. Zaten koltukları dolu olan sevgili otobüs, ayakta yolcu almaya başlamış içerisi ter, ucuz parfüm, deodorant, acaip pahalı orijinal parfüm, deo stick, deo roll on gibi kokularla dolmuştu. Ben oturuyordum ve mutluydum. Mutluydum da bu otobüs neden gitmiyor hala diye düşüncelere daldım, çünkü tepemde dikilen sayabildiğim kadarıyla 4 kişinin baskısı beni dellendirmeye başlamıştı. Derken kolumla bir şey arasında bir temas olduğu farkettim. Kaldırdım başımı allahtan kendisi bayan çıktı da boşuna arıza çıkmadı... Hayır durup dururken fortçuluğun alemi yok!

Otobüs neden hala hareket etmiyor sorusunun cevabını az biraz trafiğe bakınca anladım. Ortaköy – Taksim arası akşam saatlerinde her zaman trafik yapar ama bu başka usta...

Baya yarım saati falan gömdük biz o mevkide. Tam benim sağ çaprazdan, yani saat 2 yönünde bir teyze hafiften bağırmalı bir şekilde konuşmaya başladı;
-          Ay geçin evladım, ilerleyin biraz... Hadi ama bak hadi evladım...
Fakat teyze ortalarda yok! Göremiyorum...

Teyzenin bu sözleri sonrası nasıl konu o konuya geldi bilmiyorum ama şöyle dedi;
-          Ben üniversite bitirdim! Bilirim bende! bakmayın böyle durduğuma!

Ne ara bu muhabbete gelindi de teyze kime fırça kaydı bilinmez, normal seyrine geri döndü ve bu sefer;
-          İlerlerde yer var! Hissediyorum! Var bak ilerde! dedi.

Bu arada on dakika oldu ama ben teyzeyi hala göremiyorum... Teyze çaprazda bir yerde ve tahmini beş kişinin arkasından tüm otobüse seslenmeye çalışıyor, ama o beş kişi dahil teyzeyi gören yok!

Ayağa kalktım ve;
-          Konuşan teyze nerde birader! diye bir cümle kurdum...
-          buradayım evladım burada ayy.. diye bir yanıt almam normaldi
-          Teyzem gel otur sen gel.. diyerek kalktım beş kişinin üstüne çıktım teyze hala yok derken alttan, yandan bir taraftan kendini gösteren teyze saniyeler içinde boşalan koltuğa oturdu...

Otobüste ön taraftan başlayıp arka tarafa doğru yayılan bir alkış patladı. Evet alkışlar banaydı! İlk defa centilmenliğimin karşılığını alıyordum...

Teyze Allah razı olsundan bir başladı...
Başımın üstünde sevap bonusları mario’ daki gibi çılink çılink artıyordu...
Gel zaman git zaman teyze bu Allah razı olsun evladım, işin hayırlı gitsin, sağlıklı ol falan dileklerinden sonra yine nerden uğradı konuya bilinmez,
-          Öteki tarafta yerin hazır valla bak! dedi...
-          Aman teyze öteki tarafta yer hazır diye de yarın ilk iş almasınlar beni?
-          Aaa Allah korusun evladım!

Düşünsenize Azrail baba bir çetele tutuyor elinde, hoppa biri daha hazırladı yeri, haydi bakalım bi alim gelim şunu dese? Neyse ki teyzeyle bu konuda anlaşmaya varıyoruz, hop elinde ki poşetleri saçıyor yere...
-          Ay gitti valla gitti...
-          Ne gitti teyzecim dur alıyım ben?
-          Balıklar!
-          Balıklar? Hangi balıklar? What is the Balıklar? Balığın işi ne burada? WTF! be teyze...
-          Yemek yapacaktım! (radikal bir karar)

Velhasıl bu hattı bilenler için söylüyorum Gümüşsuyu’ndan yukarı çıkmaya başladık ve taksime de artık yavaş yavaş geliyoruz ama teyze ile ben tüm otobüse Karagöz Hacivat’tan birer bölüm oynadık yani... Hatta başka otobüslerden teklif bile aldık diyebilirim... Tüm otobüsçe, o trafiğin içinde normal zamanda 20 dk’lık yeri bir saatte gitmişte olsak iyi güldük...
Teşekkürler teyze! O koltuğu sen hak etmiştin...